logo

23 Mart 2019

Hepimiz Yeni Zelandalı mıyız?


Yıldıray Oğur
basaksehirnet@gmail.com

6 Eylül 1986 günü, her Cumartesi sabahı olduğu gibi, İstanbul Kuledibi’ndeki Neve Şalom Sinagogu’nda toplanan cemaat Şabat duasını yapıyordu.

09.17’de kapıdan fotoğraf çekeceğini söyleyen iki kişi girdi.

Yanlarında getirdikleri demir sopayı çıkarıp kapıyı kilitlediler, duayı yöneten hahambaşı yardımcısının olduğu yere bir bomba attılar ve ardından üzerlerindeki kısa namlulu silahları çıkarıp etrafa ateş açmaya başladılar. Etraf can pazarına dönmüştü.

Saldırıda, ibadet için o sabah sinagoga gelmiş 21 Musevi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hunharca öldürüldü.

Üzerlerindeki bombaların patlamasıyla daha sonra Filistinli oldukları ortaya çıkan iki terörist de olay yerinde öldü.

Ve 17 yıl sonra.

15 Kasım 2003 günü, yine bir Cumartesi sabahı, yine Neve Şalom Sinagogu. Şabat duası ve bir çocuğun 13’üncü yaş töreni (Bar Mitzva) için içeride 300 kişi vardı.

Saat 09.14 sularında sinagogun önüne park etmiş bomba yüklü bir kamyonet infilak etti.

Şehrin her yerinden duyulan büyük patlama, çevredeki her şeyi havaya uçurmuştu. Kapıda sinagoga girmek için bekleyen cemaat mensupları, güvenlik görevlileri ve çevredeki esnaftan 18 kişi hayatını kaybetti.

Daha önceki saldırı nedeniyle sinagogun etrafına kurulmuş güvenlik duvarı içeride ibadet eden 300 kişinin saldırıyı yaralanmalarla atlatmasına sebep olmuştu.

İki dakika sonra yine Şabat duası için Musevilerin toplandığı Osmanbey’deki Beth İsrael Sinagogu önüne park edilmiş başka bir kamyonet de patladı. Burada da ibadet için sinagoga gelmiş beş kişi hayatını kaybetti.

Saldırılarda hayatını kaybedenlerin hikayeleri az konuşuldu, isimleri tanıdık isimler olmadığı için sanki başka bir ülkede yaşanmış bir olay gibi davranıldı.

Halbuki terörün kurbanları bu ülkenin insanlarıydı. Annette Rubinstein Talu sadece sekiz yaşındaydı. Yoel Kohen Ülçer 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Beş aylık hamile olan 28 yaşındaki Berta ve onun Müslüman eşi Ahmet, sinagog ve camiden ayrı ayrı yolcu edilmişlerdi.

Beş gün sonra İngiliz Konsolosluğu ve HSBC bankalarının önündeki patlamalarda da 31 insan daha katledildi.

Saldırıları El Kaide üstlendi. Kamyonetlerin içindeki intihar bombacısı teröristler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çıkmıştı.

Gazetelere gönderilen bildiride Bush ve Batılı ülkelerin başkentleri yeni saldırılar için tehdit ediliyordu. Bir paragraf da Türkiye’ye ayrılmıştı:

“Sana gelince Türkiye… Haçlı ordularından ayrılıp, İslami ulusa dönmenin zamanı değil mi? Ordunuzu Afganistan’dan çekmenin, Siyonistlerle tüm ilişkiyi kesmenin, Irak için Amerika’ya asker sağlamaktan vazgeçmenin ve Haçlı Atlantik İttifakı’ndan ayrılmanın zamanı değil mi? Biz, Türk hükümetini ABD’nin bir numaralı ajanı olarak görüyoruz. O halde, Bush ile barış arasında seçim yapmalı.’’

Her iki saldırının ardından dönemin hükümetleri terörü, ibadet eden insanlara saldırıyı lanetleyen açıklamalar yaptılar. Terörün dini ve ırkı olmadığını söylediler. Başbakanlar Hahambaşılığı’nı ziyaret etti. Başbakan Erdoğan “Bu saldırılarla Türkiye’ye verilmek istenen mesajı ayağımın altına alıyorum” dedi. Cenazelerine bakanlar düzeyinde katılım oldu. Emniyet olayları kısa sürede aydınlattı, suçluları yakaladı.

Ama saldırılardan sonraki hafta Cumartesi günü Sinagoglar önünde İstanbullular toplanıp Musevi komşularıyla dayanışma içinde olduklarını göstermediler.

Meclis’te başbakanlar “Şalom” diyerek başladıkları bir taziye konuşması yapmadılar, ardından Tevrat’tan bölümler okunmadı.

Birinci haftasında ülkedeki tvlerde Hazanlar ilahiler okuyup, dayanışma için spikerler televizyona Kippa takarak çıkmadı.

Elinde bir çiçekle bir Sinagog’a gidip üzüntüsünü bildireni sinagog kapısı önünde pankartla nöbet tutanı da duymadık.

Saldırıların ardından komplo teorileri havada uçuşmuştu. Herkes kendi meşrebince faili bulmuştu. Mesela Dev Maden-Sen başkanı “Özelleştirmelerin olumsuz sonuçlarının basında yer aldığı ve aralıksız devam ettiği ortamda böyle bir terörist eylem, ekonomik tercihlerin tartışılmasını gölgeliyor” demişti.

Museviler, saldırıların yıldönümlerinde az kişinin katıldığı anmalar yaptılar. Sinagogların etrafındaki duvarlar biraz daha kalınlaştı. Cemaatten gençler ibadet günleri sinagog önlerinde gönüllü güvenlik görevlisi olarak çalıştılar.

Buradaki Yeni Zelanda- Türkiye karşılaştırmasının amacı böyle geleneklerin pek olmadığı bizi ayıplamak değil, Yeni Zelanda’da gösterilen dayanışmanın değerini bir kere teslim etmek.

Yoksa, Yeni Zelanda’da siyasetçiler ve toplumun performansı, dünya ortalamasının da hayli üstünde bir insanlığın göstergesi…

Aslında bizim de gurur duyabileceğimiz, insanlığımızı bütün dünyaya gösterdiğimiz bir günümüz oldu.

23 Ocak 2007 günü.

Irkçı bir suikasta kurban giden Hrant Dink’in cenaze töreninin yapıldığı gün.

Şişli’den Kumkapı’ya yürüyen insan seli, bir günlük dayanışma için “Hepimiz Ermeniyiz” ve Hepimiz Hrantız” dövizleri taşımıştı.

Ama İstanbul gibi çok kültürlü bir imparatorluk başkentinin sakinlerinin eline çok yakışmış o slogan için soldan sağa neler söylenemedi ki…

“Bu kez CIA düdüğü yerine, ellerine Hepimiz Ermeniyiz pankartları tutuşturulmuş. Derin Devletin bugünkü temel sloganı: Hepimiz Ermeniyiz!” diyen de oldu, “Hepimiz Ermeniyiz diye slogan atanların Türkiye’de İslâm’ın köklerini kazıtacak büyük bir dalgaya zemin hazırladığını” ya da “Türkiye’nin devam etmemesi konusundaki planların da destekleyicisi olduklarını” söyleyen de.

Camide bunun caiz olmadığını hutbede anlatan hocalar da oldu, hemen ardından “Hepimiz Mehmediz” diye yürüyüşler organize edenler de.

Bir günlük dayanışma için sembolik olarak Ermeni olanlara hınç, üzerinden geçen 12 yıla rağmen hala dinmedi.

Daha geçenlerde Türkiye Barolar Birliği başkanı “Çağdaşlık ve modernlik uğruna ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyerek, kendini Batı dünyasına kabul ettirmeye çalışan, aslında işgal altındaki İstanbul’un aydınımsı bir devamı olan malumlara inat bugün diyoruz ki hepimiz Türküz” dedi.

Ama ne tuhaftır, 12 yıl önce bir günlüğüne Ermeni olanlardan rahatsız olanların bir kısmı bir haftadır Yeni Zelanda’daki dayanışma görüntüleri için takdirlerini ve hayranlıklarını dillendiriyor.

Herhalde siyasi narsisizm buradaki çelişkinin görülmesini de engelliyor.

Çünkü empatinin sadece bize karşı yapılanını, bizim hislerimizi okşayanını seviyoruz.

Aynı narsizmle, Yeni Zelanda’daki saldırının bile esas hedefinin Türkiye ve Türk milleti olduğu bile büyük bir özgüvenle söylenebildi.

Ama herkesin insanlık sınavı ayrı.

Yeni Zelandalılar bu insanlık sınavından teröre prim vermeden, teröristin manifestosuna cevap yetiştirmeye çalışmadan, ardında bıraktığı terör videosunu her yerden silmeye çalışarak, hiçbir önyargıya kapılmadan, büyük bir özgüvenle Müslüman komşularıyla dayanışarak başarıyla geçiyorlar.

Bize düşen de önce kendi insanlık sınavlarımızdan başarıyla geçmek…

(KARAR)

Etiketler:
Share
386 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...