logo

Düzleşmek, hamlaşmak, yassılaşmak!


İsmail Kılıçarslan
i.kilicarslan@gmail.com

Mecaz nedir bilmeyen, kinayeden anlamayan, teşbihle hiç ilgilenmeyen birilerinin aramızda yaşayıp gidiyor olmalarıyla ilgili bir derdim yok. En nihayet insan teklerinin tamamının mecazdan, kinayeden ve bilumum söz sanatlarından anlaması gerekmez. Fakat bize mecazsızlığı, kinayesizliği, teşbihsizliği dayatmaya çalışanlarla arama kalın bir mesafe çizmek de en tabii hakkımdır. Bu yazıda onu deneyeceğim.

Hz. Ali’ye mi yoksa Efendimiz (sav)’e mi ait olduğu konusunda tartışmalar olan bir güzel söz yahut bir hadis-i şerif vardır. Der ki, “İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.” Mecazdan, teşbihten, en genelde “anlam katmanı” denilen meseleden habersiz biri için bu sözü şöyle yorumlamak gerekir: “Demek ki insanlar dünyada fiziki olarak uykudadırlar. Uyumaktadırlar. Demek ki uyku böyledir ve ölüm de uykudan uyanmaktır.”

Peki, biz bu sözü yahut hadisi böyle anlayabilir miyiz? Elbette hayır. Sözü söyleyen burada dünya hayatının geçiciliğini ve ahiret hayatının kalıcılığını vurgulamakta; ölümün sonsuz hayat için bir uyanış olduğunu işaret etmektedir.

Hadi bir başka hadisi şeriften devam edelim: “Ölmeden önce ölünüz!” Mecaz bilmez, söz sanatı bilmez, “anlam katmanı” bilmez, edebiyat bilmez biri için devrelerin yandığı yer burası olsa gerektir.

Ya da şu hadis-i şerif: “Kıyamet günü bana önce kolu en uzun olan kavuşacaktır.” Düz, ham, yassı adam için bu hadisteki “kol uzunluğu” fiziki bir uzunluk olarak anlaşılabilir ve bunu da böylece anlayanlar vardır. Hem geçmişte hem de bugün. Oysa “kolu uzun olmak” doğrudan doğruya kişiye “cömert” demenin mecazıdır Araplarda. Yani Efendimiz (sav) diyor ki: “Cömertlik iyidir.” Öyle ki hadisteki “Kıyamet günü bana önce…” kalıbı da mecazdır. Efendimiz (sav)’in “şu üç şeyi yapan…”, “şu iki şeyi yapmayan…”, “şu beş şeyden sakınan…” diye başlayan sözlerinin tamamı “fiilin önemine işaret etmesi” bakımından mecazdır. Tıpkı “cemaatle namaz kılmak yalnız namaz kılmaktan 27 derece daha sevaptır” hadisindeki “27 derece” terkibinin kesretten kinaye olması gibi.

Söz sanatı, edebiyat, anlam katmanı, hatta sosyokültürel gerçeklikler ve benzeri meselelere kafa yormamanın acıklı sonuçları oluyor, olmaya da devam ediyor. İşin tuhafı, mecazı anlamayanlar, bazen “apaçık gerçeği” de anlamaya yanaşmıyorlar. “Kur’ân zurnayla okunduğunda kıyameti bekleyin” hadisinden hareketle tüm müzikal formları haram kabul etmeye ilerleyen bir zihin de söz konusu değil mi bugün İslâm dünyasının genelinde? Maalesef söz konusu… Hatta bunu söylediğim için beni önce tarihselci, ardından modernist, en sonunda da kâfir ilan ederek Allah’ın dinini koruduğunu düşünecek bir dolu insanla aynı gökyüzünü paylaştığımı da biliyorum elbette.

Âyet ve hadislerde bile mecazı mecaz, kinayeyi kinaye, teşbihi teşbih olarak anlamayan adamların söz konusu “Türkçe tasavvuf edebiyatı” olunca nasıl kendilerinden geçip sertleştiklerini de gözden kaçırmamak gerekir.

Hadi bir örnek… Türkçeyi bir “din dili” haline getiren adamlardan biri, hatta birincisi olan Yunus Emre, mecaz bilmez, teşbih bilmez, edebiyat bilmez düz, ham, yassı adamlara göre kâfirin tekidir. Niçin? Çünkü “cennet cennet dedikleri / birkaç köşkle birkaç huri / isteyene ver Sen anı / bana Seni gerek Seni” demiştir ki bu küfürdür, şirktir, dinden çıkmışlıktır. Öyle midir peki? Elbette değildir. Kendi düzlüğünü, hamlığını, yassılığını bize dayatmaya çalışan adamların kendi cennetlerine kimseyi layık görmüyor oluşundan kaynaklanan bir sakatlıktır, hepsi bu.

Hâlbuki biraz söz sanatları bilgisi, biraz edebiyat ilgisi, biraz şiir neşvesi olan biri Yunus Emre’nin burada “Sen’in rızan bana yeter Yarabbi. Hakkımdaki muradın neyse ona razıyım. Tek arzum Sen’in cemalini görmektir” dediğini anlayacaktır. Cenneti, hurileri, köşkleri elinin tersiyle itmediğini de… Şimdi ben “aslında huri ve köşk kavramlarının kendileri de teşbihtir. İçeriklerini asla bilemeyiz” diyeceğim ama kâfir ilan edilmekten korkuyorum.

Diyeceğim şudur. Kendi kısırlıklarını bize “din algısı” olarak sunan adamlarla aynı toplamda, aynı vasatta yaşamak da, anılmak da istemiyorum. İster modernist olsun ister tarihselci olsun, ister Sünniliğin müdafii olsun, ister Neo-Selefiliği bize Ehli Sünnet diye pazarlayan bezirgân olsun… Vallahi bunaldım hepsinden. Yunus Emre’nin vazettiği “din algısı” bana yetiyor da artıyor. Ben “tek kişilik, en fazla on kişilik, bilemedin bin kişilik cennetler” hayal eden ve bu hayali pazarlayan tıkızların cennetine değil Yunus Emre’nin hayal ettiği genişler genişi cennete gitmek istiyorum. Yani tam o hocanın düşündüğü gibi düşününce gidilebilen cennete değil, “Allah’tan başka ilâh yoktur” denilerek gidilebilecek cennete.

Yunus bitirsin yazıyı: “Peygamber yirine geçen hocalar / Bu halkun başına zahmetlü oldı / Dutulmaz oldı Peygamber hadîsi / Halâyık cümle Hak’dan utlu oldı / Yûnus gel ‘âşıkısan tevbe eyle / Nasûha tevbe ucı kutlu oldı”

(YENİ ŞAFAK)

Etiketler:
Share
354 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...