logo

22 Şubat 2019

Kemal Karpat hocayı rahmet ile anarken edebiyat sosyolojisi için bir dipnot


Fatma Barbarosoğlu
f.barbarosoglu@gmail.com

Perşembe sabahı, güne Prof. Dr. Kemal Karpat’ın ölüm haberi ile başladım. Sıralı ölümden bu kadar etkilenmemem beklenir. Ama mümkün mü?

Çarşamba akşamı Çanakkale merkezli depremin kendisini İstanbul’da da hissettirmesiyle “Ölüm bize ne uzak/ ne yakın bize ölüm” diye uykuya dalmıştım. Merhum Erdem Beyazıt’ın şiiri “Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm” diye devam eder. Dünya hayatı olarak henüz o noktaya gelemediğim için zihnim dizeyi yarıda keser her defasında.

Perşembe sabahı, insan, bedeninde dünyanın bütün yükünü taşıyor bazen, ruhumuzun donanımı ne ile yüklü diye çayımdan bir yudum aldım ki, radyoda Kemal Karpat’ın ölüm haberi okundu.

Bana çok tuhaf gelen bir veda cümlesi vardır. Merhumun ardından “Daha dün konuşmuştuk, daha dün…” diye başlayan cümleler. Bu defa zihnimde o çok yadırgadığım cümleleri gezinir buldum. Daha dün yazdıklarını okumuş, okuyup…

Çarşamba günü öğleden sonra, ertesi sabah kendisinden bahsederken merhum diyeceğimi bilmediğim Kemal Karpat hocanın Edebiyat ve Toplum kitabını elime almış, ayaküstü, Çehov ile Ahmet Mithat Efendi’yi mukayese ettiği satırlara göz gezdirmiştim.

Edebiyata meraklı bir felsefe öğrencisi iken, Varlık Yayınları’ndan 1962 yılında çıkmış olan Çağdaş Türk Edebiyatında Sosyal Konular kitabını tekrar tekrar okuduğumu hatırlıyorum. Kitabın giriş yazısında –ki giriş bölümü ana bölümden daha önemli oldu benim için- kitaptaki metnin Harvard Üniversitesi’nin Haziran 1959 yılında tertiplediği bir seminere konferans olarak sunulduğundan bahsediliyordu.

“Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir?” sorusunun güncelliğini hiç yitirmediği toplumumuzda, Kemal Karpat’ın 1980’lerde okumuş olduğum Türk Edebiyatında Sosyal Konular adlı cep kitabındaki şu satırlar daima mihmandarım oldu: “Biz, edebiyat ve toplum davasını klasik şekille, yani edebiyat toplum için midir, yoksa değil midir şeklinde ele almıyoruz. Edebiyatın muayyen bir toplum içinde geliştiğini göz önünde tutarak onu, o toplumun bugününü anlatan ve yarınını hazırlayan bir kuvvet olarak görüyoruz.”

Bu tespit hayatımın her döneminde hatırladığım bir tespit oldu ve her seferinde yeni sorularla zihnimdeki yerini pekiştirdi.

Edebiyatın muayyen bir toplumun içinde geliştiği meselesini, son günlerde en çok distopya romanlar üzerinden düşünüyorum. Her ülkenin kendine göre bir distopyası oluyor. Hal, muhayyelin sınırlarını da ziyadesiyle belirliyor diye düşünüyorum.

Mesela son okuduğum Kallocain romanının yazarı İsveçli Karin Boye (1900-1941) ile İngiliz distopya yazarı H. G. Wells (1866-1946) ’i mukayese ederken buldum kendimi. Wells’in Görünmez Adam’ı ile Boye’un Kallocain romanını ardarda okudum. Her iki distopyada da elbette kimya bilimi merkezde. Ama Wells’in satırlarında duygular daha düz bir şekilde yer alırken Boye’un anlatısında “psikoloji” romana derinlik katıyor.

Velhasıl Kemal Karpat Hoca’nın Türk romanı üzerine yazdıkları her zaman zihnimi besledi. Önermelerini yeni örnekler üzerinden test etme imkanı buldum daima. Her ne kadar Hoca’nın “Türk romanı henüz yazılmadı” önermesine itiraz etmiş olsam da… (Bkz Yeni Şafak Gazetesi’nde Temmuz 2010’da yazdığım yazı: https://www.yenisafak.com/yazarlar/fatmabarbarosoglu/turk-romaninin-varligi-ve-yoklugu-meselesi-i-23064)

Prof. Dr. Kemal Karpat’ı saygı ve rahmetle anarken, Keşke diyorum, keşke Çehov ile Ahmet Mithat Efendi’yi mukayese eden satırları gibi başka makaleler de yazmış olsa idi.

Aziz Nesin’den Fakir Baykut’a pek çok yazarın ismine rastlarız merhumun satırlarında. Solun dışında kalan yazarlardan dikkatini esirgemiştir lakin. Çağdaşı olan muhafazakar şair ve yazarlara eğilmemiş olduğunu Osmanlı’dan Günümüze Edebiyat ve Toplum kitabına yazdığı önsözde bizzat kendisi söyler: “Bu önsözde muhafazakar sayılan yazarlardan, örnek olarak Tarık Buğra’dan ve Sezai Karakoç’tan daha fazla söz edemediğimi itiraf ederim.”

Çağdaşlar söz konusu olduğunda “öze” varmayı güçleştiren pek çok engel çıkıyor. “Edebiyatçılar kulübü’ne dahil olmak her edebiyatçının nasibi olmayabiliyor.

Fakat! Siyaset ve edebiyat başlığı ile yakından ilgilenmiş olan Kemal Karpat Hoca neden Refik Halid Karay’ı satırlarına konu etmemişti?

Mesela rahmetli, “Türk edebiyatında birey yok” diye hükmünü verirken Refik Halid Karay’ın Sürgün romanını okumuş muydu?

(YENİ ŞAFAK)

Etiketler: » » » » »
Share
445 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...