Son Dakika
İki gün önce, Ortadoğu yakın tarihine “Oslo Anlaşması” olarak geçen mutabakatın imzalanmasının 25’inci yıldönümüydü. Önce, resmi ismi “Geçici Yönetim Düzenleme İlkelerinin Bildirgesi” olan mutabakatın arka planını ve kısa tarihçesini hatırlayalım, ardından geriye ne kaldığını konuşalım.
Filistin’le ilgili okumalar yapan herkesin karşısına sıklıkla çıkan anlaşmaya, İsrail ve Filistin heyetleri arasındaki 14 uzun ve zorlu müzakerenin ardından, 20 Ağustos 1993’te Norveç’in başkenti Oslo’da son şekli verildi. 13 Eylül 1993’te, Beyaz Saray’ın bahçesinde düzenlenen törende İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Lideri Yaser Arafat’ı aynı masaya oturtan ABD Başkanı Bill Clinton, oldukça mutlu ve gururluydu. Kendisinden 14 yıl önce, yine bir Demokrat Amerikan başkanı, Jimmy Carter, yine bu bahçede İsrail ve Mısır taraflarını buluşturmuş, Camp David Anlaşması’nın imzalanmasına nezaret etmişti. Clinton’ın, kendisini aynı “barış misyonu”nu sürdüren isim olarak gördüğünde şüphe yoktu.
Oslo Anlaşması, İsrail’in Batı Şeria’daki altı büyük Arap şehrinden ve 450 kasabadan askerlerini çekmesini öngörüyordu. Batı Şeria, Eriha ve Gazze’yi kapsayan bölgede bir “Filistin Yönetimi” kurulacak, başına da Yaser Arafat geçecekti. Anlaşma ayrıca, Filistin’de dokuz ay içinde parlamento seçimlerinin düzenlenmesini ve Filistin polis gücünün oluşturulmasını içeriyordu. Üzerinde büyük tartışma ve anlaşmazlıkların bulunduğu Kudüs’ün akıbeti ise, anlaşmaya konu edilmemişti.
Anlaşmayla bir araya gelen taraflardan Yitzhak Rabin, savaş ve çatışmayla geçen uzun yılların ardından, “barış güvercini” rolüne soyunmuştu. 1987’de Birinci İntifada patlak verdiği sırada İsrail Savunma Bakanı olan Rabin, Filistinli çocukların kollarını ve bacaklarını kırdırdığı için, Batı basınında “Kemik Kıran Rabin” olarak anılan bir isimdi. 1967’de Kudüs’ün işgali sırasında İsrail Genelkurmay Başkanlığı görevini de yürüten Rabin’in aniden barış yolunu seçmesi, elbette pragmatik bir zorunluluktan kaynaklanıyordu. Birinci İntifada sırasında Hamas’ın kuruluşu ve Filistin içinden şimdiye kadar görülenin dışında farklı bir mücadele damarının çıkışı, Rabin’i hızlı bir şekilde Arafat’la masaya oturmaya ikna eden ana etkendi.
Benzer bir durum, Yaser Arafat ve ekibi için de söz konusuydu. Filistin için yıllardır sürdürülen mücadelede FKÖ çizgisinin kitlelerde meydana getirdiği hoşnutsuzluk ve hayal kırıklıkları, Hamas’ın doğuşuna giden yolu açmıştı. Birinci İntifada’nın zorlu atmosferinde, Arafat’ın eylem ve söylemlerinin işgale karşı herhangi bir somut sonuç doğurmadığından şikâyetçi olan Filistinli genç nesil, sokaklarda İsrail tanklarıyla çarpışmıştı. Sokakların kontrolden çıkmaya başlaması ve Filistinlilerin alternatif arayışı, Arafat için hiç de iyi bir haber değildi. Beklediği siyasi çıkış, 10 Eylül 1992’de Norveç Dışişleri Bakanı Jan Egeland’ın Tel Aviv’de İsrailli muhataplarına yaptığı “Filistinlilerle aranızda arabuluculuk için hazırız” teklifiyle geldi. Oslo Anlaşması’na giden yol, böylece açıldı.
***
İmzalar atıldıktan sonra, her iki taraf da karmaşık duygular içindeydi. İki yıl sonra imzalanan yeni bir mutabakat metni “Oslo 2” olarak kayıtlara geçerken, İsrailliler masada kaybettiklerini düşünüyor, Filistinliler ise aşağılama ve yok sayma dolu on yılların ardından “barış”ın bu kadar kolay gelmesine inanamıyordu. Arafat ve ekibinin hangi tavizler karşılığında bu “barış”ı elde ettiği sorusu, Filistin kamuoyuna hâkim olan genel düşünceydi.
Oslo Anlaşması’nın imzalanmasından iki yıl sonra, 4 Kasım 1995’te İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, başkent Tel Aviv’de düzenlenen bir barış mitingi sırasında vurularak öldürüldü. Rabin’in katili, zannedilebileceği gibi bir Filistinli değil, fanatik düşünceleriyle tanınan yerleşimci Siyonist bir Yahudi’ydi: Yigal Amir. Oslo sürecinde Rabin’e büyük öfke besleyen Amir, Oslo Anlaşması’nı “teröristlere verilmiş bir taviz” olarak görüyordu.
Anlaşmanın imzalanmasından Rabin’in öldürülmesine giden süreçte, İsrail protesto gösterileriyle yankılanmıştı. Şimdi İsrail Başbakanı olan Benyamin Netanyahu, protestoların başını çeken en önemli isimdi. Siyasi sebeplerle de Rabin’den nefret eden Netanyahu, bir miting sırasında Rabin’in öldürülmeyi hak ettiğini bile söylemişti. Netanyahu, suikasttan sonra düzenlenen erken genel seçimde İsrail’in en genç başbakanı olarak Rabin’in koltuğuna oturacaktı.
Filistin cephesinde ise, işler giderek daha sıkıntılı bir hal aldı. Arafat, 11 Kasım 2004’te Paris’teki bir askeri hastanede ölünceye kadar, büyük ölçüde izole edilmiş bir liderdi. Oslo’dan sonra bir “Filistin Yönetimi” kurulmuştu kurulmasına, ama İsrail bu yönetimin özgür olmasına hiçbir zaman müsaade etmemişti. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün dört bir yanı yerleşimcilerle doldurulmuş, 2000’de yaşanan İkinci İntifada’nın ardından, İsrail işgalinin somut sonuçları sahada daha fazla hissedilmeye başlamıştı.
***
Oslo’nun üzerinden çeyrek asır geçtikten sonra, bugün, Filistin kamuoyunda neredeyse tek ses yükseliyor: “Bu hezimet dolu anlaşma lağvedilsin!” Ama heyhat ki, anlaşmayı lağvetmek, elde kalan birkaç kazanımı da yok edecek bir belirsizlik ve kaos sürecine kapı açmak anlamına geliyor. (YENİ ŞAFAK)
Etiketler: Taha KılınçYorum yapabilmek için Giriş yapın.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
02 Mart 2020 YAZARLAR
02 Mart 2020 YAZARLAR
04 Ocak 2020 YAZARLAR
03 Ocak 2020 YAZARLAR